Okul Yaratıcılığı Öldürüyor mu?

Bu yazının orijinalini 2017 yılında yazdım. Bugün aldığım Sanat ile ilgili bir zoom eğitiminde Sanat ve Yaratıcılığın önemi bir daha ortaya koyulunca, bir de fark ettim ki, blogum hacklendiği zaman yazı Bir Kahve Molası’ndan kalkmış. O nedenle buraya eklemek istedim.

————————————-

7 sene önce tanıştım Ken Robinson’la. TED videolarını keşfettiğim zamana denk gelir. Eğitimin şeklinin değiştirilmesi gerektiğini düşündüğüm dönemlerde, o da en çok tıklanan videosunda ‘Okul Yaratıcılığı Öldürüyor mu?’ demez mi? Kalbimi kazandı. Sonra da o motivasyonla diğer videolarını da izledim, bulabildiğim yazılarını ve kitaplarını okudum. Hayran oldum.

7 sene önce büyük kızım 10 yaşındaydı. Onun gittiği okulda sınavlar 4.sınıfta başlıyordu.

Karnımdayken Mozart dinlettiğim, 4 yaşında piyano çalmasına teşvik ettiğim, mutfağı onunla beraber resim ve heykel yapmak için bir sanat atölyesine çevirdiğim kızım, ilk kez bana

‘Anne, yarın matematik sınavım var’ dediğinde, inanılmaz bir telaşa kapıldım ve

‘Neden daha önce söylemedin?’ diye onu haşladım. Benim masum kızım

‘Anne, daha önce söylememe ne gerek vardı ki?’ diye sorunca, eski alışkanlıklarını atamayan bir anne olarak

‘Ama hazırlanırdık, soru çözerdik, vs. vs.’ cümleler etmeye başladım.

Burada durup, kendimden bahsetmeliyim aslında. Ben hayatı boyunca akademik başarısı yüzünden övülmüş, ideal öğrenci ve ideal evlattım. Anadolu liseleri sınavları (şimdi TEOG, bir ara SBS olan sınavlar), üniversite sınavları hepsini geçirmiş bir nesilden geliyordum. Bizim zamanımızda okul demek sınav demekti, değerlendirme demekti. Yüksek not almak gerekiyordu. Başka türlüsü düşünülemezdi.

Peki ama ben kızımı böyle mi yetiştirmiştim?

Yaratıcılığını, özgüvenini kazandırmak için boşuna mı emek vermiştim?

Böyle söylediğim zaman ‘Project child-Proje çocuk’ yetiştiren annelerden olduğum sanılmasın. Sınav ve karşılaştırma stresinden uzak olsun diye şu anda gönderdiğim okulu seçmiştim.

‘İçimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmak’ misyonunu edinmiş bir okul bize de uygun olur diye düşünmüştüm. (Bu arada verdiğim en doğru kararlardan biridir.)

Yine de 4. sınıfta ilk sınav zamanında telaşı olmayan, sınavı normal birşey olarak gören çocuğuma alışamıyordum.

Peki nerede kopukluk yaşıyorduk?

Montessori yöntemi deyin, deneyerek öğrenme deyin, ne derseniz deyin, okul öncesi çocukları son derece doğru bir şekilde yetiştiriyor, yaratıcılıklarını geliştirmeye çalışıyorduk.

Ne zaman ki sınav, TEOG vs. karşımıza çıkıyor, eski alışkanlıklarımızdan, bize öğretilenlerden kendimizi alıkoyamıyorduk.

‘Kaç aldın, arkadaşın kaç aldı?’ ya da ‘Şimdi resim yapmanın zamanı mı? Ödevin yok mu?’ sözleri anne-babalarımızdan öğrenilmiş kalıplar olarak ağzımızdan kaçıyordu.

Ne yapmalıydık? Küçükken özgürce yaratan çocuklarımıza büyüdükten sonra nasıl yol gösterebilirdik?

Biri 10, diğeri 15 yaşında iki kızım var ve tahmin edersiniz ki ikisinin de ilgi alanları bambaşka. Bu da benim hayatıma zenginlik katıyor doğrusu. Zaman zaman eğitimle ilgili eski kalıplarıma dönsem de, büyüyen kızlarıma okul öncesi döneminde başladığım anneliği uygulamaya çalışıyorum.

Açıkçası ben okulun sınav stresi yüzünden yaratıcılığı öldürmemesi için onlarla beraber aşağıdakileri uygulamaya çalışıyorum.

(Burada haklarını yememek lazım çoğu yeni nesil okul yaratıcılığı da ders programına katmaya çalışıyor)

1. Mümkün olduğunca ilgi alanlarına yönelik data biriktiriyor ve zamanı gelince onlarla bunu paylaşıyorum.

Bu bazen onların yaşında başka çocukların yaptığı değişik projeler olabiliyor, bazen de internet üzerinden eriştiğim onların konuları ile ilgili bilgiler olabiliyor.

2. İlgi duydukları konularla ilgili bir fırsat avcısı gibi davranıyorum.

Okuldan gelen bir yarışma fırsatında, ya da bir sosyal sorumluluk projesinde onların da yer alması için onlaarı motive etmeye çalışıyorum. Ama dikkat edin, motive etmek dedim. Önemli olan onların bunu istemesi.

3. Kendilerini daha zayıf hissettikleri konularda görev almaları gereken durumlarda ‘acaba mı?’ diye düşündükleri zaman arkalarından hafif bir itekliyorum.

Cesaretlendiriyorum.
Çünkü hayatta tüm becerilere ihtiyaçları var. Tek yönlü büyümelerini istemiyorum.

4. İlgi duydukları alanlarda onlarla beraber çalışıyorum.

Gerekirse beraber resim yapıyorum, ya da okuduğum bir kitabı paylaşıyorum. Onlara örnek olmaya çalışıyorum. Tabii ki iki yaş grubuna göre farklı yaklaşımlarım oluyor.

5. Kendilerini sadece kendileri ile ölçmeleri gerektiğini söylüyorum.

Ben de onlar için böyle davranmaya çalışıyorum.

6. Yaratıcı oldukları konuları fazla abartmadan ara ara övüyorum.

Ama bu övgüm ve bazen eleştirim hep yaptıkları iş üzerinden. ‘Yaptığın resimde renkleri çok güzel seçmişsin.’, ‘Son paragraf özellikle çok vurucu’ gibi. Hiç bir zaman konuları onların kişiliğiyle eşleştirmemeye çalışıyorum.

7. En önemlisi, bunları yaparken çevremi de bu konuda bilgilendiriyorum.

Öncelikle eşimi. Biz bir takımız çünkü. Sonra anneanne, babaanneleri. Çünkü hepimiz çok büyük bir dairenin bir parçasıyız.

Bu bilgi daireme şimdi de sizleri ekledim.

Biraz ütopik olabilir ama ‘Daha iyi bir dünya mümkün’.

Ve bizler bunun mimarları olabiliriz. Hepimiz kurtulalım şu sosyal baskıdan. Komşum ne yaptı, ama okuldaki anneler dersaneye gönderiyor, vs. Tüm bunlar boş.

Esas önemli olan doğru, dolu, yaratıcı, özgüvenli, karakteri oturmuş bireyler yetiştirmek.

Hadi işe koyulalım ne dersiniz?

Bahar Anahmias, the mom

Bir Kahve Molası

www.baharanahmias.com

Bahar Üner Anahmias

Dijital Marka Stratejisti - DIGIBRANDING, Eğitimin Geleceği danışmanı, yazar, öğrenmeye ve öğrendiklerini paylaşmaya aşık, 2 güzel genç kızın ve 1 4 ayaklının annesi, 1 yakışıklının da eşi.

WhatsApp