Kendini Çabuk Toparlayan İnsanlardan Olmak İster miydiniz? Ya çocuklarınızın pes etmeyen, vazgeçmeyen insanlar olmasını?
Resillient People. (Esnek İnsanlar). Bu terimi son 5-6 senedir sık sık duyuyorum. Türkçe’de tam karşılığı yok.
Bu insanlar hayatta karşılaştıkları olaylar karşısında yıkılmıyorlar.
Ayrılıklardan, iflaslardan, sağlık sorunlarından daha da güçlenerek çıkıyorlar.
Çabuk iyileşiyorlar.
Düşüyorlar ama kalkıyorlar.
Kendilerini çabuk toparlıyorlar.
Büyük firmalar bu özelliğe sahip insanlarla çalışmak istiyor.
Amerika’da üniversite profesörleri bu konuda araştırmalar yapıyorlar.
Bu konu beni de ilgilendiriyor.
Olaylar karşısında nasıl daha dirayetli olabiliriz? Resillient – Esnek, çabuk toparlanan insanların özellikleri neler?
Ailemize, çocuklarımıza bu özelliği verebilir miyiz?
İşin daha da önemlisi bunu etkileyen faktörler neler?
Geçenlerde Upenn profesörü Karen Reivich tarafından hazırlanan bir sunuma rastladım.
Hayatını buna adamış bir araştırmacı Karen Reivich.
Resilience – Esneklik – Düşmek ama kalkmak – Kendini Çabuk Toparlamak üzerine çalışıyor.
Sunumda bir hikayeden bahsetti:
Amerikalı bir genç adam, Bob, son derece pozitif bakış açısına sahip, bir aile babası. Bir akşam otururken ayağında bir ağrı ile, kendini de kötü hissedince aceleyle hastaneye gidiyor. Hastanede kendinden geçiyor. Hemen ameliyata alıyorlar. Nadir görülen bir hastalığa sahip. Ve bu hastalık da ayağından başlamış. Hayatta kalabilmesi için ayağının dizden itibaren kesilmesi lazım. Bob gözlerini açtığında kendini bacağı kesilmiş bir şekilde hastane odasında buluyor. Yanında eşi ve çocukları ile.
Peki Bob bu olayın üstesinden nasıl gelmiş?
Profesörün anlatımına göre Bob son derece zengin bir insan. Ama maddi açıdan değil, manevi açıdan. Uyandığında onu bekleyen 500’ü aşkın “Geçmiş Olsun” mesajı ve görmek için sıraya giren arkadaşları varmış. Öyle ki Bob’un karısı tüm görmek isteyenler için bir excel dosyası hazırlamış ve ziyaretçileri sıraya koymuş.
Hayatı boyunca biriktirdiği arkadaşları, ailesi, tüm sevdikleri Bob’un bu dönemi atlatmasına yardımcı olmuş.
Araştırmacılar diyor ki “Sizi olduğunuz gibi seven, kabul eden bir kişi bile olsa daha güçlü, daha esnek, daha dirayetli olursunuz. Karşılaştığınız zorluk sizi yıldırmaz. Onu bir zorluk değil, meydan okuma olarak görürsünüz.”
Bob’a dönersek, ayağını / bacağını kaybettiğine tabii ki üzülmüş. Ama o sahip olmadıklarına değil, sahip olduğu şeylere odaklanan bir insan olduğu için bu olayı bir başlangıç olarak görmüş.
“Koşmak için artık bir bacağım yok ama küçük kızımın koşu antrenmanını seyretmek için gözlerim var.” demiş.
Bacağının kaybından sonra hayatta aslında ne yapmak istediğine odaklanmış. Her zaman bir resim galerisi açmak istermiş. Eşiyle beraber bunu yapmışlar. Arkadaşları ve dostları da onlara destek olmuş. Hafta sonları da evlerinde barbekü partilerine devam etmişler.
Bu ve bunun gibi pek çok hikayeyi hepimiz biliyoruz.
Bizim bir tanıdığımız İzmit depreminde evini, işini, tüm mal varlığını kaybettikten sonra küllerinden yeniden doğdu. Yıkılmadı. Yeni iş kurdu. Sevgi, azim ve vazgeçmemekle başardı.
Resillient – Esnek – Yıkılmayan insan olmak hayatın her döneminde önemli.
İş başvurusunda, okul başvurusunda “Hayır” cevabı aldığınızda da.
Elinizdekini, avucunuzdakini kaybettiğinizde de.
Sevdiğinizden ayrıldığınızda da.
Hayat sosyal medyada göstermeye çalıştığımız gibi toz pembe değil. Grilikler, siyahlar da var.
Herkesin hayatında kırılma noktaları, başarısızlıklar, yıkımlar olabilir.
Önemli olan bu noktalardan nasıl geçtiğimiz.
Bacağımı kaybetsem bu kadar dirayetli olabilir miydim bilemem. Ama benim bu hikayeden çıkardığım ders şu:
-Sevgi, bizi seven insanlarla donatılmak en büyük zenginliğimiz ve desteğimiz
-Kayıplarımıza değil, sahip olduklarımıza odaklanmalıyız
-Hayatta her zaman yeni bir başlangıç olabilir
-Zorlukları felaket olarak değil aşılması gereken noktalar olarak görmeliyiz
-Zayıf yönlerimize değil, güçlü yönlerimize odaklanmalıyız
-Her problemin çözümü olduğunu bilmeliyiz
-Hayata pozitif bakış açısıyla bakmalıyız
-Tüm bunları çocuklarımıza da öğretmeliyiz
Çocuklarımıza mı? Nasıl? dediğinizi duyar gibiyim.
Öncelikle onlara örnek olmalıyız. Biliyoruz ki çocuklar söylediğimizi değil, yaptığımızı yaparlar.
Yakın zamanda örnek olamıyorsak da ailemizden “Resilient – Kendini çabuk toparlayan” bireylerin öykülerini anlatmalıyız.
“Babanın, babasının babası yaya olarak tüm İzmir’den İstanbul’a gelmiş. Cebinde 5 kuruşu yokmuş. Ama işini kurmak için cesareti ve azmi varmış.”
“Senin deden var ya, Kurtuluş Savaşı’nda ….” diye başlayan hikayelerimiz olabilir.
“Tüm mal varlığını yanlış bir kararla kaybeden amcan, bu fabrikayı 20 sene önce yeniden kurdu. Düştü, iflas etti ama yılmadı, devam etti.”
Eminim hepimizin ailesinde buna benzer hikayelerimiz vardır. Sizinkiler daha sadeyse biraz süsleyebilir, zenginleştirebilirsiniz.
Eğer bu tarz bir hikayeniz yoksa, işte size bir sürü başka hikaye, vaz geçmeyen, yılmayan, düşüp, kalkan ve başarılı olan bir sürü ünlü var. Onlarla ilgili sohbet örnekleri aşağıdaki gibi olabilir:
“Yeterince yaratıcı olmadığı için çalıştığı işten çıkarılan kimdi biliyor musun?”
“Kim?”
“Walt Disney.”
“Miki Fare’yi yaratan adam mı?”
“Evet, Disneyland’ı da.”
“Walt Disney -Eğer hayal edebiliyorsan yapabilirsin. – demiş.”
“Okulda dersleri izlemek için çok aptal denen ve okuldan kovulan kimdi sence?”
“Kim?”
“Thomas Edison”
“Ampulu bulmuştu!!!”
“Evet. Ama bulmadan önce 10,000 kere başarısız olmuş ve demiş ki – Ben başarısız olmadım, 10,000 çalışmayan yol keşfettim.”
“Peki, boyu yeterince uzun olmadığı için basketbol takımına alınmayan biri var, sence kim?”
“Michael Jordan.”
“9 yaşına kadar konuşmaya başlamayan ve okuldan kovulan bir bilimadamı var. Biliyor muydun?”
“Nasıl yani?”
“Hem de kim biliyor musun? Einstein. Nobel ödülü sahibi, dahi Einstein.”
Bu ve bunun gibi bir sürü hikaye var. Vazgeçmeyen, başarısızlıktan yılmayan, kovulan, istenmeyen ama yolundan dönmeyen çok kişi var. Ünlü olmaları da gerekmez. Çevrenize bakın, göreceksiniz.
İkincisi çocukluklarında, bebekliklerinde güven ortamında büyüyen bireylerin daha pozitif, daha esnek, güçlü bireyler olduğunu söylüyor araştırmalar. Bu güven ortamını onlara sağlamalıyız.
Üçüncüsü onları bu kadar kollamayı, korumayı bırakmalıyız.
Biraz düşsünler, kalksınlar. Biz kaldırmayalım.
Güçlenmelerine izin vermeliyiz. Problemlerini kendileri halletsinler.
Gerektiği yerde, çok zorlandıklarını görüyorsak problemlerini çözmeleri için minik bir ipucuyu görecekleri bir yere bırakmalıyız.
Dördüncüsü çocuklarımıza şükretmeyi ve sahip oldukları şeyler için şanslı olduklarını düşünmeyi öğretmeliyiz.
Çocuklarımızla maddi değerlerin değil, manevi değerlerin önemini gösterecek sohbetler yapmalıyız. İhtiyacı olanlara vermek üzere eski eşyalarını beraberce hazırlamalıyız. Yapabiliyorsak bu eski eşyaları ihtiyaç sahiplerine onlarla ulaştırmalıyız. Daha aza sahip olanların da hayatlarını görmelerine olanak vermeliyiz.
“Ne şanslıyım ki sağlıklıyım.”
“Beni seven bir annem, babam, ailem var.”
cümlelerini söylemelerine olanak vermeliyiz.
Beşincisi çocuklarımızın Problem Çözme Becerileri’ni geliştirmeliyiz.
Gerekirse onlarla beraber çeşitli problemler üretip, beraberce bu problemlere çözüm üretmeliyiz.
“Ali, okulda bir arkadaşı tarafından rahatsız ediliyor. Sence Ali ne yapmalı?”
“Öğretmenine gitmeli.”
“Arkadaşının saçını çekmeli.”
Ne kadar komik veya saçma olursa olsun tüm çözümlere değer vermeliyiz. Çocuğumuzun yaratıcılığını desteklemeliyiz.
Yazıyı Einstein’dan bir sözle bitirmek isterim.
Problemler onları yarattığımız bakış açısı ile çözülemez.
Bahar Anahmias, the resillient one
Not: Anne olduğum için sonunda ister istemez çocuklara bağlıyorum konuyu ne yapayım?
Anneler ve mentorların buluşma noktası www.i-mom.org