Her Yolculuk Kendi İçine Bir Yolculuktur
ŞEHİR
“Bir başka ülkeye,
bir başka denize giderim,” dedin,
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin
olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi-gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Bineceğiniz gemi yok,çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,
bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde de.
(Konstantinos Kavafis / 1863-1933) Çeviri:Cevat Çapan
İnsana hiç de umut vermeyen hatta ikinci yarısında insanın yaşamına dair korkunç kehanetlerde bulunan bu şiiri yine de çok severim.
Bu şiire inat iki yazdır ben de yollara düşüp, okyanuslar aşıp memleketimden uzaklarda, farklı şehirlerde, farklı evlerde, hiç tanımadığım insanların yaşamına karışıp kısa süreliğine de olsa farklı bir hayat deneyimliyorum.
Aslında her şey konfor alanımın dışına çıkmam gerektiği düşüncesiyle başladı. Şiirin birinci dizesinde anlatılan kadar olmasa da hissettiğim sadece bulunduğum yerden uzaklaşma duygusuydu.
Ben her türlü seyahati bir gelişme ve eğitim aracı gibi görürüm. Nereye gidersem gideyim,gittiğim yerde en çok ilgimi çeken insanıdır. Gittiğim yerlerin tarihi, doğası, sanatı da tabii ki ilgi alanımda ama ben en çok insanları gözlemlemeyi seviyorum
İki yazdır yaz tatilimi Amerika Birleşik Devletlerinde geçiriyorum. Bu arada mesleki gelişimim için bazı eğitimlere de katılıyorum. Doğal olarak bu ülke nüfus olarak çok heterojen bir yapıya sahip ve her milletten insanla tanışma ve konuşma fırsatı yakalıyorsunuz.
Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki her milletten insanı yola çıkaran ortak iki dürtü var. Birincisi daha iyi bir hayata duyulan umut,ikincisi mevcut durumundan çok sıkılmış olmak.
Gerçekten de sıkılmakla başlamıyor mu her türlü eyleme geçmemiz?
En basiti evin dekorundan, duvarların renginden, perdelerimizden sıkılıp değişikliğe gitmiyor muyuz? Küçük bir değişiklik bir ferahlama yaratıyor bir süreliğine.
Kurumsal hayattan sıkılan istifa ediyor, serbest çalışacağım artık diyor.
Serbest çalışan fazla serbestlikten bunalıp kurallar olsun, sınırlar olsun, her ay maaş yatsın, sigortam ödensin, bıktım bu belirsizlikten diyor.
Büyük şehirdeki küçük şehirlere göçme hayalleri kuruyor, küçük şehirlerdekiler bıktık burada hep aynı yüzleri, hep aynı yerleri görmekten diyor.
Evliler bekarlara, bekarlar evlilere özeniyor.
Banu Güvenir
Bazıları yalnızlıktan delirip intihar noktasına gelmişken, kimi de aşırı sosyal hayatı ve çevresinin genişliğinden bunalıp yalnız kalma ihtiyacı hissediyor.
Kısacası herkes mevcut durumundan sıkılarak bir şekilde harekete geçme hayalleri kuruyor.
Benim yurt dışında tanıştığım Güney Koreli Çin’e yerleşme hayalleri kuruyordu. Vietnamlı akıllı kız buradaki eğitimi bitince Güney Kore’ye yerleşmek istiyordu. Fransız başarılı kariyere sahip kız artık Paris’teki insanlara tahammülünün kalmadığını, Amerikalıların ne kadar iyi kalpli ve arkadaş canlısı olduğunu söylüyor ve ABD’ye yerleşme hayalleri kuruyordu. Bu arada %100 Amerikalı ev sahibim ABD’den Costa Rica’ya göç etmek istiyordu ve artık o da buralara tahammül edemediğini söylüyordu.
Tanıdığım tüm Ortadoğulular ise coğrafya kaderdir klişesine ya da kaderlerine inat tabir-i caizse çoktan kapağı atmışlardı bu okyanus aşırı ülkeye. Türk arkadaşım 25 yıllık Amerika macerasını bitirip çoğunun kaçmak için fırsat kolladığı ülkesine dönme hayalleri kuruyordu.
Herkesin Japon kültürüne hayran olduğu dönemde,burada tanıştığım bir Japon kadın 20 yıl önce geldiği San Diego’daki gün batımını asla unutamadığını ve hala hayallerini süslediğini anlatıyordu.
İngiliz kız artık yaşayacağı gerçek şehrini bulduğunu, bir daha doğduğu o hep yağmurlu şehre dönmeyeceğini, neredeyse tüm yıl yaz mevsimini yaşayan bu sıcak şehre bayıldığını söylüyordu.
Rus genç adam ise eşcinsel olduğu ve ailesi çok dindar olduğu için istediği mutlu hayatı burada yaşayabileceğini belirtiyordu. Seattle’lı olmayan arkadaşım Seattle’a 7000 nüfuslu küçük bir kasabadan göç etmişti mahalle baskısı yüzünden. Belediye başkanı olan eşi nedeniyle saygınlıkları olmasına rağmen Latin kökenli evlatlık kızı gay olunca, dindar ve ırkçı kasabalılar homurdanmaya ve dedikoduya başlamıştı. Ama artık açık görüşlü, modern Seattle’da inanılmaz mutluydular.
Bu arada Seattle’lı olmayan ama orada yaşayan tanıştığım bazı Amerikalılar da Seattle’lıların dünyanın en soğuk ve yapmacık insanları olduğunu söylüyordu.
Portland’daki ev sahibim ise sekiz yıl yaşadığı San Diego’dan işinde terfi alacak olmasına rağmen, San Diegoluları çok burnu büyük bulduğu için kaçmıştı ve Portland insanını çok sıcak ve doğal buluyordu. Benim izlenimim ise tam tersi yönde ama ne fark eder ki.
Gerçekten hep merak edeceğim bu sıkılıp yollara çıkan insanların sonunda mutlu olup olamayacağını.
Aradığımız aslında yeni bir şehir,yeni bir ülke değil. Aradığımız aslında kendimizin en iyi versiyonu.
Banu Güvenir
Ve ikinci aradığımızda bize varlıklarıyla mutluluk verecek, bizi koşulsuz onaylayacak yeni bir arkadaş çevresi, yeni insanlar. Bizi en çok üzen ve hayal kırıklığına uğratan hep insanlarla olan ilişkilerimiz değil mi?
Belki de hayatta en öncelikle güçlendirmemiz gereken becerimiz insan ilişkilerini yönetmek olmalı. Daha az hayal kırıklığı yaşamak için.
Ve yolculuk demişken, en önemli yolculukta insanın içine yapacağı yolculuk. İnsan aynı inatlarda diretip, aynı hataları tekrarlayıp, değişime kapalı oldukça dünyanın bir ucuna gitmesi, yeni bir hayat kurması neyi değiştirebilir ki?
İnsan hayatta bir kişiyi değiştirebilir. Yani kendini. O da isterse.
Yenilenilmiş, tazelenerek dönülmüş, hayatınıza anlam ve derinlik katılmış yolculuklara çıkmanız dileğiyle,
Banuhan Güvenir
Anneler ve mentorların buluşma noktası www.i-mom.org