2 hafta 3 gün geçti. Eskisi gibi değilim.
Depremden önceki Bahar ve Depremden sonraki Bahar başka.
Kimse eskisi gibi değil.
Önce şok vardı. Sonra bir şeyler yapma, yardım etme ihtiyacı.
Genci, yaşlısı, İstanbullusu, Antakyalısı, Ankaralısı…. Kadını, erkeği…
Amerikalısı, Çinlisi, İsraillisi, Meksikalısı, Rusu.
İnsanı, köpeği, kedisi.
“Acele etmeyin, bizim bir şeyimiz yok” diyen 3 gündür yıkıntı altında bekleyen depremzede, düşünceli minik kız.
“Daha muayene etmediler, su içmemem lazım” diyen bir diğeri.
Önce ekran manyağı olduk. TV, sosyal medya, whatsapp.
Kim çıktı, durum nedir? Bir kurtulan daha var mı?
Görüntülerin acımasızlığı bir yanda, insan dayanışmasının güzelliği diğer yanda.
Her şeylerini kaybedenler, ölmüş kızının eli babasının elinde.
Günlerce sosyal medyada aranan kayıp çocuklar.
Darülacazeye geldi dendiği anda bir sürü gönüllü anne.
Yardım amaçlı her mesajda acaba doğru mu endişesi.
Sonra ekran detoksu yapmaya başladık. Artık kime, nasıl ulaşacağımızı biliyorduk.
Çadır yollamak için, konteyner almak için tüm kontaklarımız hazırdı.
Koli hazırlamak için de adreslerimiz belliydi.
Peki ya o köpekler… Depremin dört ayaklı kahramanları.
Çok sevgili eski bir arkadaşım sayesinde bir grup K9 köpeği ve eğitmenini İstabul’dan Hatay’a yollama organizasyonunu gerçekleştirdim. Köpeklerin bir canı dahi kurtarması beni çok mutlu edecekti. Az önce gördüğüm kadarıyla benim de tanıştığım Alfie 172 yer tespiti yapmış. Yaşasın…
K9 köpekleri ve eğitmenleri ile İstanbul havaalanında buluşunca eşim bana dönüp “Dünyada gerçekten iyi insanlar varmış. Sen hep söylerdin de ben tam inanamazdım” dedi.
Doğruydu dünyada iyi insanlar vardı.
Eğitmenler ve köpekleri sadece bir can bile olsa kurtarmak için saatlerce aktarmalı uçmuş, valizlerinde su ve yiyecekle İstanbul’a gelmişlerdi. Neyle karşılaşacaklarını, nasıl bir ortama gideceklerini biliyorlardı.
Sadece köpekler değil. O havaalanını görseydiniz, dünyada gerçekten çok iyi insanlar olduğunu anlardınız.
İnsan sevgisi başka bir şey.
Havaalanında restoranlar vardı, poşetlere koydukları yemekleri kurtarma ekiplerine hediye eden.
Havaalanında her yerden gelmiş kurtarma ekipleri vardı. Gine’den Güney Afrika’dan, Rusya’dan.
Havaalanında rehberler vardı, “Rehbere ihtiyaç var mı?” diye yabancı ekiplerin yanına giden.
Havaalanında ek sefer koyan ve bedava uçuran da bir THY vardı, hem ekibi, hem de kendisine teşekkür etmemiz gereken.
Hepimiz o ilk 2 hafta inanılmaz bir seferberlik içinde destek olduk. Sevgi, yardım ve dayanışmayı sonuna kadar gösterdik hem kendimize, hem de yardıma ihtiyaç duyanlara.
Üzülme, sevgi ve merhamet, yardım hisleri hala içimizde. Ara ara öfke, kızgınlık, güvensizlik de eşlik ediyor bu duygulara.
Derken Antakya çevresinde bir deprem daha oldu. 6 kişi öldü. 5 ‘i eşyasını almak için hasarlı binadaymış.
Antakya’da yardımda olan arkadaşlarım var.
Antakya’da tanıdığım aileler var.
Çok özel bir yer Antakya. Tarih dolu, medeniyet dolu bir yerdi. İyi ki gitmişiz, görmüşüz.
İnsanı ile çok özel. Yeniden kuracaklar Antakya’yı. Eminim. Yeniden kuracağız. Hepimiz. Elimizi çekmeyeceğiz.
6 Şubat Depremi. Bu deprem sadece benim için değil hepimiz için bir aydınlanış oldu sanki.
Dayanışmanın, sevginin, insanın gücünü gösteren.
Ayrışmanın değil, birliğin gücünü gösteren.
İyiliğin gücünü gösteren.
Depremzedelere evini verenler, otellerini açanlar, misafir edenler, çadır, konteyner yollayanlar hep biziz.
Burs veren, yardım kampanyası başlatan, seferber olan da biziz.
Çocuklarla çocuk olan, koli kapatan da biziz.
Bu burada bitmedi. Devam edecek.
…………………..
Şimdiyse İstanbullu kendi derdine düştü.
Dört bir yandan
“Bizim site yönetimi toplandı, deprem için konuştuk.”
“Kolonlar önemli ama kullanılan beton da önemliymiş.”
“C10 çok kötü, en az C20 olmalı.”
“Belediyeye dilekçe yazarsak tetkik için geliyorlar. Bir dilekçe bile yeterli.” gibi bir sürü cümle whatsapp gruplarında, sohbetlerde uçuşuyor.
İstanbul için hemen en yakında bir deprem olması pek muhtemel değil deniyor. Ama İstanbul bu, dile kolay 20 milyon barındırıyor. Herkes haklı.
Fox TV, Paris’deki gibi yeniden yapılandırılan bir İstanbul hayal eden bir projeyi konuşuyor.
Evimizi güçlendirsek mi, yeniden mi yapsak diye konuşan komşularım var. Yeniden yapınca o arada nerede oturacağımız ise belirsiz.
Bir ara verip geçenlerde okuduğum Tolstoy hikayesindeki Pahom’u hatırlatmak isterim size.
“İnsan Neyle Yaşar?” kitabından bu hikaye. Kısacık anlatayım
Pahom hayatından memnun bir şekilde yaşayan bir köylü iken çevreden gelen duyumlarla uzaklarda bir reisin ucuza toprak dağıttığını öğrenir. Hemen tası tarağı toplayıp, oraya doğru yola çıkar.
Hedefine vardığı zaman reise “Toprak için ne kadar istiyorsun?” diye sorar. Reis ilginç bir cevap verir. “Biz toprağı günlük satıyoruz. Yani bir gün içinde güneşin doğuşundan batışına kadar ne kadar toprağı çevreleyebilirsen o kadarı senin. Günlüğü de 1000 ruble.”
Pahom kulaklarına inanamaz. Hemen yatağına gider, erkenden kalkıp en fazla toprağı yürüyerek çevrelemenin hayaliyle tüm gece uyuyamaz. En az 50 kilometre yürürüm günde diye düşünür. Eh bu da az bir toprak sayılmaz. Sabaha karşı hafif bir uyku bastırır.
Sabah erkenden başlangıç noktasına gelir. Yürümeye başlar. Yürüdükçe yürür. Hep daha fazla toprak istemektedir. Tarlasını işaretler geçtiği yerlerde. Geriye dönüp, arada sırada başlangıç noktasındaki insanlara da bakar. Onlardan gittikçe uzaklaşmaktadır. Daha geniş toprak hayalindedir hep. Akşamüstüne doğru artık yeter diye düşünür. Dönmeye başlar. Bir de bakar ki açgözlülükle çok uzaklaşmıştır. Koşmaya başlar. Tüm gün yürümek, uykusuzluk, telaş, koşmak onu mahveder. Bitiş noktasına çok az kala düşer ve ölür. Reis onu düştüğü yere gömdürür. 50 km lik toprak peşindeki Pahom sonunda 2 metrelik çukura sahip olur.
Kızım ilkokuldayken bir kere şöyle bir soru sormuştu: “Anne, doğuyoruz, büyüyoruz, okuyoruz, evleniyoruz, işe giriyoruz, eee?”
Açıkçası bu soruya hazırlıklı değildim. Bizim nesil böyle büyümüştük. Sorgulamadan. Klasik yolu seçerek.
İlkokul, ortaokul, sınavlar, iyi okullar, üniversite, iyi firmalar, iyi bir aile olmak, iyi bir anne-baba olmak, iyi bir evlat olmak.
Kendimizin aslında neye ihtiyacı olduğunu düşünmeden klasik rotada ilerlemiştik.
Rotadan ayrılanları ya da rotaya hiç girmeyenleri ise garipsemiştik.
Tüm bunları düşünüp, okul rehberliği ile de konuşup, eve dönüp, kızıma yine aynı konuyu açtım.
“Yavrum hedef koymak, hayat yolunda bazı önemli aşama noktalarının olması güzel. Ama esas olan hedefe ulaşmak değil, hayat yolculuğundaki deneyimlerin” dedim.
“Aman anne biliyorum. “It is not the destination, it is the journey that matters.”. “ demesin mi?
“Yavrum beni neden uğraştırıyorsun? 2 haftadır bunu düşünüyorum” dememek için kendimi zor tuttum. Gençler bizden ileride. O kesin.
Bu iki hikayeyle ne mi demek istiyorum?
Aslında Depremden Önce ve Depremden Sonra diye ayırmak lazım.
Bahar Anahmias
Fakat bu sefer Koronadan Önce ve Sonrası gibi olmasın.
Benim tüm bunlardan çıkardığım bir kaç sonuç var sizinle de paylaşayım:
Sahip olduklarımız değil, değerlerimiz bizi belirler.
Güzel ve lüks bir araba, çanta ya da ev Bahar’ı tanımlamaz.
Arkadaşları, karakteri, kimse etrafta yokken bile kendine, çevreye ve insana duyarlılığı onun kim olduğu ile ilgili bilgi verir.
Kendimize bir bakalım. Siz kendinizle arkadaş olur muydunuz?
Daha iyi bir sen nasıl olurdu?
Bir şeylere sahip olmak için çabalarken hayatı kaçırmayalım. Tolstoy un hikayesindeki Pahom’u hatırlayalım.
En güzel gün bugün.
En güzel an bu an.
En güzel insan yanımızdaki.
Sevdiğimiz şeyleri yapmak için özel bir anı, haftasonunu, tatili beklemeyelim. Ben doğada köpeğimle minik yürüyüşlerimi çok seviyorum. Havanın güzel olmasını beklemeyeceğim artık. Daha çok fırsat yaratacağım.
Kızlarımla minik sohbetlerimize bayılıyorum. Onlardan da daha çok randevu alacağım. Pes etmeyeceğim.
Eşimle dans etmeyi seviyorum. Daha çok ısrar edeceğim. O hayır derse de kendim dansedeceğim.
Daha çok yazacağım çünkü paylaşmak bana iyi geliyor.
En güzel kıyafetlerimi saklamayacağım, hep giyeceğim.
Her fırsatta sevdiklerimi arayacağım. Seslerini duymak hoşuma gidiyor.
Yardım etmek, bir insana dokunmak, fayda sağlamak bu dünyada insanı en çok mutlu eden şey. Es geçmeyelim. Hep yapalım. Süreklilik sağlayalım.
Eşyalarımızı paylaşalım. Ne kadar çok şeyimiz var. Am bir tek vücudumuz var. Mantıklı olalım. Fazlasını verelim.
Burs verelim. Ders verelim. Eğitim şart çünkü. Bizi ve dünyayı eğitim kurtaracak. Bu konuda pek çok STK var. Arzu edene ben de önerebilirim.
Mutlaka çocuklarla ilgili bir şey yapalım. Gelecek çocuklarda.
Bilgimizi paylaşalım. Bencil olmayalım. Balık da verelim ama balık tutmayı da öğretelim.
İlgimizi çeken bir STK’ya girelim. Vaktimizin bir kısmını sosyal yardım projelerinde geçirelim. Size ne kadar iyi geleceğine inanamayacaksınız.
İyi insan olalım.
Çünkü öylesi daha güzel.
Bahar, the good one